29 Aralık 2011 Perşembe

Pergelleri kapatalım beyler!

Çeşitli platformlarda okuduğum üzere erkekler kadınların toplu taşıma araçlarındaki aşırı hassasiyetini anlamıyor, üzerine de bunu kendini beğenmişliğe bağlıyorlarmış. (platform dediğim ekşisözlük pek tabii ki.)

Bildiğiniz üzere özellikle aşırı kalabalık toplu taşıma araçlarında kadınlara dokunmak, iteklemek, dürtmek son derece tehlikelidir. Siz hiç bir kötü niyetiniz bulunmamasına, araçta değil kolunuzu bacağınızı, kulağınızı sıkıştıracağınız yer olmamasına rağmen böyle talihsiz bir olayın başrol oyuncusu olmuş olabilirsiniz. Yanlışlıkla ittirdiğiniz, orasına burasına dokunduğunuz bayan size sinirli mimiklerle karşılık veriyor, dahası yüksek bir sesle kendinize çeki düzen vermenizi söylüyor ise lütfen sinirlenmeyin, sakin olun, cevap vermeden ne diyorsa onu yapın. Bu tepkinin nedeni kadının kendini çok güzel zannetmesi, dünyanın merkezinde olduğunu düşünmesi ve sizin potansiyel bir sapık olmanız değildir.

Güzel kardeşim hayatında hiç taciz edildin mi?

İstanbul'da yaşam mücadelesi veren biz kadınlar sürekli gözle, elle, lafla ve muhtelif diğer araçlarla taciz ediliyoruz. Hayatında bir kere dahi pandik yememiş bir insanın ufak temaslardan dahi rahatsız olan bir kadını anlamasını elbette ki beklemiyoruz ama empati yapmak da çok zor olmasa gerek.

Metrobüste anadolu yakasından avrupa yakasına geçerken sabah iş saatlerinde 45-50 yaşlarında bir adamın tacizine maruz kalmıştım mesela. Beyfendi son derece normal giyimli, uzaktan bakınca sapık olduğu hiçbir şekilde anlaşılmayan biriydi. Tacizi fark ettikten sonra kendisine dönerek "hayırdır!" dedim sakince. Henüz yeri göğü inletecek bilince ulaşmamıştım o sırada. Bu genelde taciz devam ettikçe jetonun düşmesi ile doğru orantılı bir süreçtir. Adam bir anda döndü; "benim kalbim var, lütfen!!!"dedi. Ben de sustum geri çekildim, eline koluna hakim ol o zaman dedim ve yüzümü döndüm öbür tarafa. Beyfendi(!) kalp rahatsızlığı olmasına karşın bir bayanı taciz etmekten çekinmediği gibi, bir de bayanın az sonra çıkaracağı rezaleti hissederek ben bir şey yapmadım demek yerine kalbim var diyebiliyor ya, ben buna resmen gülüyorum artık sayın okurlar.

Demem o ki, her gün başımıza bir sürü olay geliyor. Neredeyse her hafta bir taciz vakkasıyla yüzyüze kalıyoruz. Bu durumda da kimse bize dokunsun, iteklesin, sürtünsün istemiyoruz. Çok kalabalık bir ortam olduğunun farkında olduğumuz toplu taşıma dünyasında bile olsak bu tip temaslar hemen savunma mekanizmalarımızı tetikleyerek tırnaklarımızı çıkarmamıza neden oluyor. Dediğim gibi, hayatında bir kere dahi pandik yememiş hiç kimse bu söylediklerimi anlayamaz.

Peki ne yapabilirsiniz. İşte size kadınlardan korunmanın altın kuralları;

- Arkadaşım senin erkek olduğunun farkındayız. Oturduğun zaman yayılmak istiyorsun, rahat etmek istiyorsun ama yanındakini de düşün. Kapat o pergelleri!!! Sık bacaklarını, az sabret birazdan hepimiz ineceğiz.
- Metrobüste ayaktasın ve çok kalabalık. Kadın bir yolcu da önüne denk düştü iyi mi?! Artık her firende, virajda, durakta bayanı itekledikçe itekliyorsun istemeden. Arkanı dön! Yüzün bayanın sırtına dönük kaldığı müddetçe potansiyel bir sapıksın, kusura bakma yanlış anlarız. Arkanı dön. Bırak her firende sırtın çarpsın kadının sırtına. İnan bana o zaman kimse sana dokunmaz.
- Sıkışık alan, kaçacak yer yok. Hareket etmek ne mümkün!? İşte sana altın bir kural, paha biçilmez bir tavsiye. Medeni bir insan gibi, en çok rahatsız ettiğin bayanın omzuna dokun ve "Kusura bakmayın ne olur, hareket edecek hiç yerim yok..."de ve böyle kuzu gibi bir surat ifadesi takın, sus ve bir daha tek kelime dahi etme. Çok ciddiyim. Samimi bir insan her halinden belli olur ve inanılması güç ama biz insanlar konuşarak anlaşmak gibi olağanüstü meziyetlere sahibiz. Muhabbet kurmaya çalışmadığın zaman da niyetinin ciddi olduğunu anlarız. Ben karşımda böyle daralan, sıkılan, özür dileyen bir adam görsem, kendisini anında şüpheli listesinden çıkarırdım. Sapık dediğin konuşmaz, .... Neyse.

Kısaca, beyler! kapatalım pergelleri yolumuza bakalım ve unutmayalım "mazlumun halinden, çekenler anlar...."

Yazan: 34Z



27 Aralık 2011 Salı

İlk Duraktan Nasıl Binilir?

Metrobüsün kalkış durağındasınız ve elinizi kolunuzu nereye koyacağınızı bilmiyor musunuz? Doğru yere geldiniz, hemen anlatalım.

Öncelikle gişeden geçtikten sonra bir soluklanın ve etrafınıza dikkatlice bakın. Sizden önce gelen insanların oluşturduğu yığını inceleyin. Eğer durağa geldiğiniz ilk anda ortada bir metrobüs yoksa da insanların 10-12 kişilik kümeler halinde tek bir noktaya doğru kilitlenmiş olduğunu fark edeceksiniz. Çevresine serpilmiş olan diğerlerini dikkate almayın. Bu küme size şunu anlatmaya çalışıyor. Metrobüs şoförü tutarlı bir adamsa öndeki çizgide duracak ve kapılar tam bu kümelerin önüne denk gelecek.

İki alternatifiniz var. Birincisi bu kümenin arkasında veya sağ-sol arka köşelerinde bekleyerek en kötü ihtimalle 3.metrobüste oturmayı başarabilirsiniz. İkincisi ise, ki tavsiye edilen yöntemdir, kümenin hemen sağ veya sol ön kenarlarında kapıya kaynak yapmak üzere deparda bekleyebilir ve zarif bir omuz darbesi eşliğinde oturacak yer bulabilirsiniz.

Ancak hangi yöntemi seçerseniz seçin hayati olan seçim bu yarışa girmeden önce yapmanız gereken seçimdir. Kendinden emin olmayan zavallı insanların bu savaştan sağ çıkması mümkün değildir. Hangi koltuğa oturacağınızı henüz gişeden geçerken karar vermiş olmalısınız. Bu kararınızı asla değiştiremez, üzerinde düşünemez ve tereddüde yer veremezsiniz. Kafanızdaki en ufak soru işareti siz kapıdan geçer geçmez 1 saniyelik bir duraksamaya neden olacak ve diğer kapıdan giren 1.85 boyundaki amcamın seçtiğiniz koltuğa oturmasıyla dımdızlak ortada kalacaksınızdır. Sonrasında ya yüzünüzü kızartıp inersiniz metrobüsten, doğru kümenin en arkasına, ya da mal mal ayakta devam edersiniz yolculuğunuza.

Kararınızı verdiniz. Misal, ön orta kapıdan girerek, soldaki cam kenarındaki koltuğa oturacaksınız. Kümenin hemen yanında (sol) bekliyorsunuz. Metrobüs geldikten hemen sonra önce kaldırımdan inin, kümeye doğru iyice yapışın, sağ omzu dışarıya doğru çıkarın, göğsünüzü içeri çekerken bir yandan çantanızı koynunuza gömün ve ileriiiiii!!!! Hedefe kilitlenmiş bir aslan gibi sadece o koltuğa, o daha gişeden geçerken kafanıza koyduğunuz koltuğa doğru ilerleyin, gerekirse iki omuz atıp "ay pardon!" diyin ve oturun. Oranızı buranızı düzeltmek için vakit kaybetmeden olduğunuz gibi hemen oturun. Kıçını koltuğa koyan her gururlu metrobüs yolcusu bilir ki, bir kere oturmayı başaran kimse yerinden kaldırılamaz.

Artık yarım kalkarak paltonuzu düzeltebilir, henüz daha durağı terk etmeden dışarda beklemekte olan kalabalığa nispet yaparcasına çantanızdan kitap, cep telefonu, ayna ve benzeri muhtelif eşya çıkararak, ne kadar da rahat bir yolculuğa hazır olduğunuzu derhal belli edebilirsiniz. Hava atmak başarının şanındandır.

Siz artık ineceğiniz durağa kadar kıçı koltuk görmüş bir metrobüs yolcususunuz! Sizinle gurur duyuyorum.

Yazan: 34Z

19 Aralık 2011 Pazartesi

Çarşambayı Sel Aldı...

Bu başlık da ne, neler oluyor dediğinizi duyar gibiyim. Hemen anlatayım.

Geçtiğimiz sene ben daha Avcılar yollarından kurtulamamışken metrobüs duraklarına hoparlörler konuldu. Hepsine değil ama çoğunda vardı. Biz bunu ilk olarak belediyeden abiler hoparlörleri takarken görünce fark ettik ve haliyle düşündük "ne alaka" diye. Neden metrobüs duraklarına hoparlör konulsun ki? Tamam ana duraklarda zaten var, hani o malum tenefüs müziği çalar ve metrobüse hareket emrini verir. Dedik heralde her durakta böyle olacak. Belki de arada duyurular filan yapılacak. İki gün sonra nedenini öğrendik. Öğrendik ve kesinlikle anlam veremedik.

Avcılar'dan metrobüse bindik yakın bir sınıf arkadaşımla. Anadolu yakasında oturan yegane ikili olarak zaten sabah akşam beraber yolculuk ediyor ve o çileyi beraber çekerek mümkün olduğunca azaltmaya çalışıyorduk. Dedikodu yapa yapa hatta sınav zamanı son dakika ders çalışması yaparak tahammül sınırlarımızı arttırıyorduk. (Bu arada metrobüsde ders çalışmak uzun uzun anlatılası bir konudur ki ilerleyen zamanlarda geleceğiz oraya da.) Neyse efendim, akşam oldu çıktık okuldan bindik metrobüse. Avcılar'da duraktan bir ses yükseldi. İlk başta anlayamadık bir müzik geliyordu ama nerden geliyordu çözemedik. Sanki bir araba açmış müziğin sesini de onu duyuyoruz gibiydi. Sonra duyduğumuz sesi tanımladık;

"Çarşambayıııı sel aldıııııııııııııı bir yaaaaaaaaaarr sevdiiimmmm el alldııııı aman amaaaaannn eeellllllll aldıııııııııııııııııııııııııııııı......"

Aman tanrım! Metrobüs durağındaki hoparlörlerden geliyordu bu müzik sesi. Hayır sevmediğimden değil, ben türkü olsun, TSM olsun her tür müziği severim. Severim de metrobüs durağında "çarşambayı sel aldı" ne alakaydı yani? Bu kadar damar bir şarkı? O an çöktük biz zaten arkadaşımla. Zaten o da sevgilisinden yeni ayrılmıştı ikimiz de damara bağladık.

Metrobüs hareket etti, bir durak iki durak derken üçüncü durakta kapılar açılınca yine bir ses yükseldi:

"Çarşambayıııı selll aldııııı....."

Yok artık! Burada da mı? Tamam müzik çalıyorsunuz iyi hoş, damar olmasını da anladık diyelim ama her durakta sürekli bu mu çalıyor? Evet canım bu çalıyor. Çünkü ilerleyen duraklarda da nereye hoparlör konulduysa hepsinden tek tek taaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa Zincirlikuyu'ya kadar "çarşambayı sel aldııııııı" diye diye gittik.

İnanır mısınız, o hüzünden bu kedere, bu kederden o eleme kendimizi atıp durduk. İçimiz parçalandı. Olmayan sevgililerimizi eller almış kadar olduk. Bir ağlamaklı haller geldi bize sormayın!

İşin kötüsü bu olay bir kereyle sınırlı kalmadı. Sonraki günler, 1 hafta boyunca sürekli "çarşambayı sel aldı" dinleye dinleye yolculuk ettik. Metrobüs tek başına yeterince çileli değilmiş gibi bir de bu şarkı...

Ah ah sayın okuyucu. Şu an anlatırken bile gözlerim dolu dolu oldu. Ben bir çay içeyim de hüznüm dağılsın. Giderken;


Çarşambayı sel aldııııııııııııııııı bir yarrrr sevdiiiimmmmmmmmmmmm....


Tamam tamam sustum.



Yazan: 34A

18 Aralık 2011 Pazar

Metrobüsün Yapışkan Kadınları!!!

Sinirliyim sayın okuyucu!

Dün yine her zamanki gibi metrobüsteyim. Trafikten yırtmak adına Taksim'e metrobüs ile Mecidiyeköy ordan da metro yolu ile ulaşmaya karar verdim. Orada her zaman yaşadığım durumu yine yaşayınca bu bana "dur bakalım, ben bunu bloga kesin yazmalıyım bu çok önemli bir konu!" dedirtti.

Konumuz metrobüsün yapışkan kadınları!!

Bu kadınlar kim hemen söyleyeyim; bu kadınlar sırf sizinle hemcins oldukları için metrobüste kıçınızın dibine kadar girmekten rahatsız olmayan ve sizin de rahatsız olacağınızı hiç düşünmeyen kadınlardır! Bu olay en çok sağ ön taraftaki tek kişilik koltuklardaysanız olur. Nerdeyse kucağınıza çıkarlar, nefes alacak yer bırakmazlar. Kafanızı azıcık çevirecek olsanız dirsekleri gözünüze, kafanıza dank diye girivereceğinden öyle kıpırdamadan durursunuz.


Dünkü olaya bakalım mesela;

Sağ ön taraftaki tekli koltukların kapıya en yakın olanında oturuyorum. Bu koltuk özellikle metrobüse yalnız biniyorsanız ve tanımadığınız insanlarla yan yana oturmak istemiyorsanız, arkası da cam olduğundan seçilebilecek en rahat koltuklardan biridir. Ancak birisi gelir ve yanınıza oturacak gibi poposunu o cama dayar ve siz de sıkıştıkça sıkışırsınız. Neyse, dün o koltuğa oturdum ben. Gayet rahat gidiyorum. Sonra Uzunçayır'da kara çarşaflı bir kadın sen gel tam tepeme dikil. Yani cama dönük dursa neyse ama yanıma oturur gibi yanlamasına duruyor. Eliyle de direkten tutuyor. Eee zaten çarşaflı, sol tarafla olan bağlantım komple koptu. Resmen soluma çarşaf çekildi. Allah'tan sağım cam da Boğaz manzarasını görebiliyorum yine de. Ee kadın gittikçe yanıma yanıma gelip beni sıkıştırmaya başladı. O direkten tuttuğu kolu gözüme girdi girecek. İçim sıkıldı, daraldım. Hareket edesim geliyor edemiyorum. Bişey dicem kavga çıkacak. Biraz çekil üzerimden dicem "nereye çekileyim yer mi var" diyecek iyice dellenicem. Yer var tabi. Ben bilmiyor muyum sanki. Buradaki anahtar cümle şu;

"Sırf kadınım diye kıçımın dibine bu kadar rahat girebiliyorsun acaba erkek olsam da bu kadar yapışabilecek miydin lan!!!"

Evet cevap verin bakalım, erkek olsak da bu kadar dibimize girebilecek misiniz? Yoooo giremeyeceksiniz. İşin kötüsü bunlar oflasanız da puflasanız da anlamaz, anlamazlıktan gelirler. Üstünüze çıktıkça çıkarlar.

Bir gün metrobüste "Eeee yeter bee git de bir erkeğe yapış sıkıyorsa!" diye bağırıp çığıran bir kız görürseniz bilin ki o benim. "Naber 34A?" diyip yanıma gelin, dertleşelim.

Bir gün de kucağımda dev gibi bir kadınla yolculuk etmiştim ben mesela. Onu da anlatıcam ama başka sefere.

Şimdilik iyi yolculuklar canlarım.


Yazan: 34A

15 Aralık 2011 Perşembe

İstanbul...

İstanbullu olan herkes bunu bilir, daha önce de yazmıştım İstanbul aşk gibidir. Çok aşık olduğunuz sevgili gibidir. Bir gün ayrı kalsanız özlersiniz. Onsuz olamaz, onsuz yapamaz, onsuz yaşayamazsınız. Tutkuyla seversiniz, kavga edersiniz. Lanet edersiniz, gitmek istersiniz, kaçmak istersiniz ayaklarınız gitmez. Kalbiniz hiç izin vermez. Elinden sıkı sıkı tutmuşsunuzdur terk edemezsiniz.

Boğaz Köprüsü'nden yıllarca her gün geçer bir türlü sıkılmaz, bıkmazsınız. Kız Kulesi'ne karşı içtiğiniz çayın tadı başka hiçbir çayda yoktur. Çengelköy'ün güzelliğini başka yerde göremezsiniz.

Kanlıca'nın yoğurdu da ne güzeldir değil mi?

Taksim'den başka nerde bunca çeşit insanı bir arada görebilirsiniz? Benim canım Kadıköy'ümün, Moda'mın sıcaklığı nerde var?

İstanbul kadar göz alıcı başka neresi var?

Yine de bu şarkıyı paylaşmadan edemicem. Sana çok aşığız İstanbul ama hayallerimizden uzak dur.


Fizy için tıkla bakalım


ya da;







Yazan: 34A

14 Aralık 2011 Çarşamba

Sakallı Plaza Kadını

34A, Plaza kadınını harika anlatmış:) Ben de ek yapmak istedim. 

Ben annesinin ayakkabılarını giyen, rujunu süren minik bir kız çocuğu değildim küçükken. Hiç unutmuyorum, 7 yaşındayken babamdan özenip tıraş olmuştum mesela. Neden bilmiyorum ama sanırım erkeklerin dünyasının gizemini daha o zamanlarda çözmüştüm. Güç!

Nereye bakarsanız bakın, hangi binanın içini gözetlerseniz gözetleyin neticede erkek egemen toplum nidasından başka bir şey görmeyeceğiniz bir dünya burası. Plazası, metrobüsü, otobüsü, meclisi, evi... Aklınıza ne gelirse. O kadar çok zaman var ki "ah! sakalım olsa!!!" diye sayıkladığım. İşte bunu 7 yaşında çözmüş bir kadın olarak hayıflandığım bir çok şey var. 

Modern toplum olduğunu iddia eden bir sosyetenin içinde, 19.yy.dan kalma alışkanlıklarımızla, ait olmadığımız bir yerde topuklu ayaklarımızın sesi altında eziliyoruz. Ama belli etmiyoruz aslında. Alışkanlıklar hepimiz için geçerliliğini korurken, başımıza gelen her olayı bir şekilde beynimizin ücra köşelerinde evirip çevirip aklıyoruz. Karşı durduğumuzda bizi karşı durmaya iten olaydan daha da büyük bir tepki ile karşılaşınca da oturuveriyoruz oturduğumuz yere...

Demem o ki, arkanı kolla plaza kadını! İşe geç kaldın ve oturacak yer kalmadı. Bu durumda en iyisi metrobüse en arkadan binip asma katlı oturma alanındaki basamaklarda yan basarak dengede durmaya çalışmak:)

Yazan: 34Z


Plaza Kadını da Ne?!

Neredeyse 1 hafta olacakmış yazmayalı kiiii hadi artık yazayım dedim. Siz olmayan okuyucularımız da bizi çok merak etmişsinizdir eminim :)

Bu blogu kurarken biz iki servis arkadaşı önce "trafik" daha sonra "metrobüs" ve en son olarak da İstanbul'da "PLAZA KADINI" olmanın çilesi üzerine bir blog olmasını düşünmüştük. Metrobüsten ve trafikten giriş yaptık. Şimdi gelelim bu plaza kadını meselesine.

Kadın diyince benim aklıma annem ve annem yaşındakiler geliyor. Nedense kendimi hala "çocuk" ya da "genç kız" statüsünden çıkmış gibi hissetmiyorum. Gelin görün ki topuklu ayakkabılarım aynı şeyi söylemiyor!

Bazı akşamlar o laneeeettt ayakkabılarla takır tukur sesler çıkarıp sokağı inleterek eve yürürken, annesinin ayakkabılarını giymiş, annesinin kırmızı rujunu sürmüş (ki kırmızı ruj hiç sürmem) ve annesinin elbiselerini giyip de evcilik oynayan, anne rolü üstlenen bir kız çocuğu gibi hissediyorum. Bu sefer de ertesi gün sabahın köründe kalkıp işe gidecek olmam bana bunun gerçek olmadığını hatırlatıyor.

Plaza kadını olmak demek, o güzelim kot pantolonunuzdan, o çok rahat converselerinizden, rahat tişörtlerinizden, bol kazaklarınızdan vazgeçmek demek.

Plaza kadınları her sabah pür makyaj, ayaklarında topuklu ayakkabıları ve şık şıkıdım elbiseleri ile koskocaman parlak camlı binalara girerler. Öğlen yemeklerinde onları kalabalık kadın grupları ile görebilirsiniz. Bir de bizim gibi çakma plaza kadınları vardır. O gerçek plaza kadınlarının arasında daha normal görünürler. Yani topuklu ayakkabılarını yine giyerler ama haftanın 2 günü. Geri kalan günlerde babetlerinden vazgeçmezler. Ya da düz taban çizmelerinden. Şık giyinirler ama rahatlıklarını da düşünürler. Şık olmak uğruna manken edasıyla dolaşmazlar. Makyajları çoğunlukla bir göz kalemi bir rimelden ibaret olur. Çünkü daha fazla makyaj yapmak için lazım olan 15 dakikayı uykuya harcamayı tercih ederler.

Her iki grubun ortak özelliği ise, trafikte hepsinin aynı olmasıdır. Hepsi sıkıntıdan patlamak üzeredir ve her gün çektikleri trafik çilesine lanet etmektedirler.
İşte bu noktada devreye metrobüsten başka bir taşıt girer:

SERVİS!

Bu da başka bir yazının, hatta bir çok yazının konusu. Servis maceraları da metrobüs maceraları gibidir. Anlat anlat bitmez. Hele ki servisiniz bizimki gibi çok renkli ve çok sesliyse!


Yazan: 34A

9 Aralık 2011 Cuma

Bir Genç Kızın Metrobüsle İmtihanı

Malumunuz Türkiye'de kadın olmak zor. Ama İstanbul'da daha da zor.

Dün akşam saat 6'da işten çıktım. Metroya binip Mecidiyeköy'e ordan da metrobüsle Bahçelievlere gitmem gerekiyordu. Büyük hata!!! Salak mısın sen kızım, hem Anadolu yakasında oturuyorsun, hem işten çıkmışsın hem de o saatte metrobüse binip taaaaaaaaaaaaaaaa Bahçelievler'e gidiyorsun! Evet göz göre göre salaklık bu ama arkadaşlarım için her türlü fedakarlığı yapan ben, bu salaklığı da yaptım.

Neyse canlarım, metronun da metrobüsten aşağı kalır yok biliyorsunuz ki. İlk gelen metroya binemedim zaten. Güç bela ikincisine bindim. Mecidiyeköy'de indim. Bu arada metrodan da nefret ettiğimi belirtmeden geçemicem çünkü oksijene hasret kalıyorum. Çık Allah çık bitmiyor o merdivenler! Mecidiyeköy'dekiler yine azdı da bitti çabucak çok şükür. Geldim metrobüs durağınaaaa derdim ama gelemedim. Neden gelemedim biliyor musunuz? Çünkü daha alt geçitte, merdivenleri çıkabilmek için bile kuyruk bekleyen insanlar vardı. 5 dakikada da o merdivenleri çıkıp durağa geldim. Geldim de ne oldu? Hiç. Çünkü her gelen metrobüs ağzına kadar dolu. Değil binecek, nefes alacak yer yok! Ama bizim insanımız ne yapıyor? Gerek nefessiz kalmak gerekse kapıların arasına sıkışmak pahasına binmek için canla başla mücadele veriyor. Abi kapı kapanmıyor işte daha neyi zorluyorsun ki! Kolunun bacağının sıkışması 2 dakika az beklemene değiyor mu yani? Sonrası aynı ritüel zaten. Kapı kapanmıyor çünkü insanlar kapanmasına izin vermiyor. Arkadan şoföre bağırırlar;

"KAPTAAAAN YÜRÜ ARTIK DAHA NEREYE ALACAAAN YOLCUYU!"
"KAPTAAANN KAPA KAPILARIIIII"

Kapatabilse kapatacak adam da nasıl kapatsın...

O yükselen sesler bu noktada daha da artmaya başlar. Şöyle bir cümle duyarsınız çoooook uzaklardan:

"Nereye geliyosun üstüme çık bari!"

"Geri çekil sen de yer var orda napalım binmeyelim mi!"

Ohhh şen ola düğün şen ola. Yolcular kavga etmeye de başladı mı o metrobüste gerim gerim gerilirsiniz artık.

İşte dün de aynı bunlar oldu. Zar zor bir metrobüse bindim. Geç kalıyorum diye numarasına da hiiiiiiiiiiiiiiiç önem vermedim. Büyük bir hata daha. Bindiğim metrobüs 34A çıkmasın mı! Edirnekapı'da son durak diye çığırmasın mı! Hadiiii indik orda. Bir iki boş metrobüs geldi ama o kadar kalabalıktı ki binemedim. Sonunda bir metrobüse bindim daha fazla geç kalmayı göze alamadım ama nasıl bir metrobüs anlatılmaz yaşanır.

En en en öndeyim. 3 tarafım adamlarla çevrili. Neremi kollayayım bilemiyorum. Verdim sırtımı cama, çantamı da önüme aldım ki zaten hırsızlıktan çok korktuğumdan çantama yapışık yaşıyorum; bir şekilde kolluyorum işte kendimi. Kasılmaktan kaskatı kesilmeme az kaldı. İşin tuhafı ben yıllarca Avcılar'da okumuş bir insanım. Metrobüs her zaman Avcılar'a yaklaştıkça boşalırdı. Eee noldu da kimse inmiyordu şimdi? Boşalmıyor resmen doluyordu devamlı.

Sonunda biraz nefes alacak yer açıldı. Şansa bakın ki tam da ineceğim durakta oldu bu. İşte arkadaşlar, Murphy kanunları bunu gerektirir. Siz ineceğiniz anda herkes iner. Siz bineceğiniz anda herkes metrobüse biner.

Yorgunluktan ölüyordum resmen. Arkadaşlarımın yanına gittim hiçbirine selam bile vermeden sessizce oturdum. Herkes şaşırdı tabi ama o şaşkınlığı giderecek gücüm kalmamıştı. Bir metrobüs imtihanından daha hayatta ama ayakta kalarak çıkmıştım.

Zafer kimindi, belli değildi. Ama şunu bilin ki eğer zaman kısıtım olmasaydı ben o metrobüslerin hepsinde otururdum. Çünkü sabırla bekler ve kapının en önündeki kişi ben olurdum. Ama olamadım. İnşallah sizler olursunuz.

Bu arada büyükçe bir çanta edinin ve onu önünüzden ayırmayın. Sırtınızı her daim duvara, cama ya da kapıya verin. Eeee zaman kötü............

Neyse,

Kapıyı denk getirmeniz dileklerimle...


Yazan: 34A

"Binmeyecekseniz, izin verir misiniz!"

- Binmeyecekseniz bir çekilin de binelim!!!

Kapının önüne küme olmuş kalabalığın arkasında bekleyen acemi bir kadının çığlığını duyarsınız. Kadın kendi kendine " yahu neden binmiyor bu insanlar!?" diye sorar. Sabah sabah daha kahvesini içip kendine gelemeden üzerindeki gerginliğini atmak için ortadaki kızı gözüne kestirir ve sinirli bir ses tonuyla yol almaya çalışır.

- Tamam geçin de ne diye bağırıyorsunuz, söyleyin yeter!
- Sana mı sorucam...

Derken kadın metrobüse biner, bu sefer sabah dalaşı kapı önü, metrobüs içi devam eder. Ta ki şu ses duyulana kadar: "di ri di ri di ri di riniiiiii diriririiiiiii diriririiiiiii" Bu ses "Metrobüs kapa kapılarını, doğru yola." demektedir. Kapıların kapanacağını anlayan iki kadın biraz daha hiddetlenir, nasıl olsa bir daha birbirini görmeyeceklerdir.

- Ya sus sabah sabah!
- Sen sus!
di ri di ri di ri di riniiiiii diriririiiiiii diriririiiiiii

Merak ediyorum da, bu insanlar işe gittiklerinde patronun ofisinde birbirleri ile karşılaşsalar, patron tanıştırsa "Bak Mine, yeni müşterimiz Sevda Hanım, bahsetmiştim." diye. Biz tanışıyoruz derler mi acaba?

İstanbul büyük ama İstanbul çok küçük. Aman ha kibarlığı elden bırakmayın. Ve hiçbir zaman unutmayın ki, metrobüse binmek istiyorsanız ve ayakta kalmayı göze alıyorsanız kümenin arkasında dikilmeyin, orası ayakta kalmayacaklar içindir...

Yazan:34Z

8 Aralık 2011 Perşembe

Merhaba!

Merhaba henüz olmayan okuyucularımız. Bu ilk yazımı sizlere taze taze metrobüs sinirimle yazıyorum. İstanbullular bilirler ve hissederler; İstanbul bir aşktır. Onu hem delice sever ve özler ama aynı zamanda bitmek bilmeyen çilesinden, her gün artan kalabalığından, gürültüsünden nefret edersiniz. İşte metrobüs de böyledir. Onu çok seversiniz, çok ihtiyaç duyarsınız. Hayatınızı kolaylaştırır. Gelin görün ki metrobüs tam bir işkencedir! Nefes alacak yer yoktur, yol çok uzundur, tuhaf tuhaf insanlar barındırır içinde; nefret edersiniz. Ertesi gün tekrar bineceğinizi bile bile hem de...

İşte biz iki kadın, iki iş arkadaşı, iki servis arkadaşı, aynı zamanda da iki metrobüs kullanıcısı olarak yıllardır biriktirdiğimiz "Metrobüse nasıl binilir?" taktiklerimizi paylaşmaya karar verdik.

Burada "metrobüs" aslında bir semboldür. Otobüs olsun, servis olsun, her türlü toplu taşıma aracından, yaşadıklarımızdan, iş hayatından, plaza hayatından, kendi hayatlarımızdan bahsedicez sizlere. Beraber kızıp beraber küfredelim belki rahatlarız dedik. Sonra başımızdan geçen saçmalıkları anlatalım gülelim istedik.

O zaman var mısınız bu blogla birlikte bir metrobüs macerasına?

Atlayın hadi. Aman dikkat edin de kapıyı denk getirin yoksa ayakta kalırsınız.


Yazan: 34A

7 Aralık 2011 Çarşamba

Hayatta Kalma Yöntemleri

Metrobüste bir takım hayatta kalma yöntemleri vardır. Bunlara uymasını bilen her İstanbul'lu günün sonunda evine bir şekilde varmayı başardığında gururla ailesine kavuşabilir. Aksi halde metrobüs adama hayatını sorgulatabilecek kadar güçlü bir toplu taşıma aracıdır.

Öncelikle insan bir işe başlamadan önce kendisine mutlaka bir hedef koymalıdır. Mevzumuz malumunuz Metrobüs! Hedefimiz hayatta kalmak, ayakta kalmamak!

İşte şimdi hedefini belirlemiş gururlu bir İstanbul maliki olarak yapılması gereken ilk iş bu hedefe uygun karaktere bürünmektir. Unutmayın ki gerçek siz ile metrobüsteki siz aynı kişi değilsiniz, hiç bir zaman olmadınız, olmayacaksınız da. Vahşi şehir koşulları altında kişinin karakterine uygun davranması intihara eş değerdir! Lütfen yola çıkmadan önce tüm benliğinizden arının, insanlığınızdan çıkın, yüksek ökçeli ayakkabılarınızın, zarif ellerinizin ve dahi mini eteğinizin etkisinden kurtulun. Artık siz yolcusunuz! Görgülü bir İstanbul hanımefendisi değil!

Başlangıç aşamasında ilk duraklardan binilmesi durumu açıklığa kavuşturulacaktır. Zamanla tecrübe edindikçe ara duraklardan nasıl binilir, oturacak yer nasıl bulunur, baktın oturamıyorsun arka sağlama nasıl alınır gibi incelikli konulara da yer verilecektir.

Bizi izlemeye devam edin...

Yazan: 34Z